8.BÖLÜM: ZATÜRRE
Kaan'ların evi, eskiliğinden artık ne renk olduğu belli olmayan bir koltuğun üzerindeyim. Tam olarak "oturuyorum" diyemiyorum. Biri beni bu koltuğun üzerine bırakıp da gitmiş gibi. Biblo gibi duruyorum. Ellerimi nereye koymalı, nereye bakmalı, getirdiği poşetleri açan Firuzan'a kalkıp yardım etmeli mi bilmiyorum. Hava bugün hafif esiyor, Akın da hasta diye içeride oturmaya karar verdik. Akın dışardaki sandalyeleri içeri taşımak için kalktı. Peşinden gidecektim ki "Aman abi otur." diyerek beni bu ait olmadığım koltuğun üzerinde bırakıp gitti. Öyle bir yabancılık hissi ki, köprü altındaki kartonlarım bu oturduğum koltuktan bin kat daha yumuşakmış gibi. Kaan ve Firuzan fısır fısır konuşup gülüşüyorlar. Ne dediklerini duymuyorum. Bağıra bağıra konuşsalar yine de duyamayacak gibiyim. Akın elinde sandalyelerle içeri girdi, masanın etrafına dizdi. Kaan masaya tabakları getirmeye başladı, Akın'ın yanağından bir makas aldı:
- Hastalığın geçmedi mi daha abisinin gülü, sana şimdi yanarlı dönerli bir meyve tabağı yapayım da bak bakalım sabaha nasıl dipçik gibi kalkıyorsun.
İçeriye doğru seslendi:
-Firu bir çay koyuver be yavrum.
Firuzan'ın kahkahası duyuldu:
-Az ye de kendine uşak tutuver be paşam!
Kaan gülerek Firuzan'ın yanına gitti. O sırada Akın'ın yüzüme bakarak sırıttığını fark ettim
-Ne gülüyorsun lan öyle?
-Surat ifadenden haberin yok mu Tevfik Abi, ne oldu öyle bir iğrenmiş gibi oldun sen?
-Bana bak uğraşıp durma benimle.
Firuzan içeri geldi, yanımdaki sandalyeye oturdu.
-N'aber Tevfik? Yüzünü gören cennetlik bu aralar.
-İyidir Firuzan, benim adresim belli. Asıl sen yoksun ortalarda, artık köprü altından sıkıldın herhalde.
-Sorma bu aralar öyle oldu. Dükkanı gece geç kapatıyorum, Kaan da kapanışa yardıma geldiği zamanlar oyalanmanın iyice bokunu çıkarıyoruz. Bir de bu aralar Akın'ın hastalığı bahanesiyle kandırıp eve sürükleyip duruyor beni. Çorbasını yaptık yetmedi bak daha çay istiyor duydun sen de. Hasta olan Akın mı Kaan mı ben anlayamadım.
Kaan elinde meyve tabağıyla yanımıza geldi, tabağı masanın ortasına koyup Firuzan'ın yanına oturdu.
-Aşk olsun ama Firu, ne bahanesiymiş? Akın nasıl öksürüyordu biliyorsun işte, senin çorbaların olmasa benim alevli meyve tabağıyla biraz zor iyileşirdi bu serseri.
Elini Firuzan'ın dizine koydu.
-İyileşsin diye çorba yapıyoruz da bu eşek sıpasının geceleri dışarıdan eve girdiği yok ki, sadece çorbayla olacak iş değil o.
Kaan'ın eli hala Firuzan'ın dizinde. Akın Firuzan'a havaların artık sıcak olduğuyla ve geceleri üşümediğiyle alakalı bir şeyler anlatıyor. Tam odaklanamıyorum. Midemde garip bir yanma hissi oluştu. Firuzan kolunu omzuma dayadı:
-Ben köprü altından sıkılmam bu arada sana onu söyleyeyim, yeni bir ev arkadaşı falan edinmeye kalkarsın aman ha. Bak her şeyi nasıl bıraktığımı biliyorum, bir tane taş yerinden oynamış olursa yıkarım köprüyü başına.
Firuzan'ın şakasına gülmeye çalışıyorum, aynı zamanda elime tutuşturduğu kurabiyeyi nasıl fark edilmeden geri tabağa koyarım diye düşünüyorum. Çünkü iyi biliyorum ki ağzıma attığım anda bu mide problemi artık sadece benim problemim olmayacak. Kurabiyeyi elimde çevirip duruyorum. Kaan hala elini çekmedi.
O gece neler yaptık tam olarak hatırlamıyorum. Sohbetler edildi, yemekler yenildi, bir ara galiba şarkı bile söyledik. Fakat gecenin nasıl bittiğini iyi hatırlıyorum. Akın öksürürken eline kan geldiğini gördüğümde, zihnim artık ne mide problemlerimle ne de Kaan'ın elinin konumuyla ilgilenir hale geldi.
*
Akın'a KOAH ve zatürre teşhisi konulalı üç hafta oluyor. Bizimkinin hiç bu durumdan endişe eder bir hali yok. Teşhisten önce ne yapıyorsa aynen hayatına devam ediyor. Sanki bu hastalıklar onu hiç ilgilendirmiyormuş gibi, neşesi bile azalmadı. İlaçlarını aldılar. İlaçlar sanırım çok pahalıymış. Kaan bu konuda pek konuşmuyor ama üzerindeki gerginliği fark ediyorum. Firuzan Akın'ın kağıtçılık yapmayı bırakması gerektiğini söylüyor. Haksız da değil. Bu laflar Akın'ın bir kulağından girip diğerinden çıkıyor. Ona da kızamıyorum ki. Bu genç yaşında yaptığı kağıtçılığı arkadaşlarıyla sokakta gezip eğlenmekten ibaret görüyor. Onu ne alıp başka bir işin başına koymak ne de eve hapsetmek akıl işi olmayacak. Gel seni kahvehaneye sokalım dedim, hırsız damgası yediğim yere adım atmam abi dedi. Gururu boyundan büyük. İşin başında bu hastalıkları ciddiye almadığı için gittikçe daha kötü olacağından korkuyorum. Korkmaktan başka elimden bir şey gelmiyor. Hayatım boyunca bu işe yaramazlık duygusuyla hep öyle yakındım ki, sonunda kendimi onun peşinden koşarken buldum. Fakat Akın'ı iyileştirmek karşısında hissettiğim bu işe yaramazlık artık evimdeymişim gibi hissettirmiyor. Çöp gibi hissediyorum. Akın'ın kağıt arabasında bir çöp olsaymışım da bari bir işe yarasaymışım diyorum.
Bu sabah uyandığımda Firuzan'ın gece burada uyuduğunu fark ettim. Sırtımı duvara dayayıp uzaktan Firuzan'ı izledim biraz. Kısa zaman içinde yaşanılanları düşündüm. Akın'ı, Kaan'ı, Selvi'yi, Tufan Abi'yi. Firuzan'ı. İlk tanıştığımızdan bu yana Firuzan çok iyi baktı kendine. Pastanedeki işi, Akın ve Kaan'la olan arkadaşlığı iyi geldi ona. O gözlerinden nefret fışkıran kadını görmüyorum artık. Elbette yine cazgır, elbette yine her zaman kendini korumaya hazır. Fakat gözlerimin önünde iyileşiyor sanki. Kim bilir belki yakında bir ev tutup annesiyle birlikte yeni bir hayata bile başlarlar. Gerçi durmadan saklambaç oynadıkları bu adamlar peşlerini bırakmadıkça rahat nefes alabilirler mi orasını bilmiyorum. Ona da bir çare bulacağına eminim. Firuzan kafasına koyduğu her şeyi başarabilirmiş gibi geliyor. Kafamdaki her sorunun cevabına sahipmiş gibi. Bazen dizlerine kapanıp bana ne yapmam gerektiğini söylemesini istiyorum. Bugün köprü altında yatıyor olmamın sebebi ne yapacağımı söyleyenlerden kaçmak değilmiş gibi. Bu boktan hayatlarımızda sanki Firuzan yapılması gerekeni çözmüş de ben başaramamışım gibi. Söylesin istiyorum, cevabı bana da söylesin.
Yakın zamanda beni terk edecek biliyorum. Ulaşmaya çalıştığı noktaya yaklaştıkça benden uzaklaşacak. O zaman kim olarak var olacağım zaten hayatında, öyle değil mi? Nasıl tutarım ki kolundan? Sokakta kaldığı bu zor geçici günlerde ona yol arkadaşlığı etmiş bir adam olarak kalacağım. Beni unutmaz biliyorum. Hatta gülümseyerek hatırlar belki. Fakat dönüp bir daha arkasına bakmaz. Bakmasın da. Bazı yollar geride bırakıldıktan sonra geride kalanda aklı kalmamalı insanın. Beni de kendi yolumla baş başa bıraksın. Geride kalan olduğumu hatırlatıp durmasın bana.
Tüm bunları düşünürken Akın kağıt arabasıyla uzaktan kayarak geldi. Kaymak ne kelime, uçarak geldi.
-Tevfik Abi, aklınla bin yaşa abi.
-Akın, ne oluyor sabah sabah?
-Dediğin gibi Selvi'ye şiir kitabı aldım. Öyle hoşuna gitti ki bana nasıl gülümsedi görmen lazımdı abi.
Ceketinin iç cebinden Cemal Süreya'nın kitabını çıkarıp gösterdi.
-Kıza kitabi gösterip geri mi getirdin oğlum, sende ne arıyor kitap hala?
-Abi öyle şey olur mu sende beni iyice salak belledin. Selvi kitabı çok beğendi beğenmesine ama eve götüremem ben bunu dedi. Bizimkiler nereden çıktı bu kitap diye sorarlarsa ne diyeceğim dedi. Eh ben de hak verdim. Dün akşam dükkana bıraktım biraz okudu, dükkanı kapatırken de geri aldım. Bu akşam yine götüreceğim devam etsin diye.
Akın'ın arkasında kalan Firuzan'ın uyandığını ve kısık gözlerle bizi dinlediğini fark ettim. Akın'ın birkaç kez ciğerden öksürmesiyle Firuzan bize doğru bağırdı:
-Akın, yere ciğerlerini bıraktın dikkat et de üstüne basma. Bana bak içiyorsun değil mi ilaçlarını?
-Oo Firuzan Ablam sabah şerifleriniz hayrolsun. Ben de diyorum ortamda bir çiçek esintisi var meğer senmişsin.
-Hadi oradan yağcılık yapma bana. Senin bu şiir işlerinde gönlün olduğunu bilmiyordum vallahi. Hayırdır, Tevfik Abi'nle biraz fazla takılıyorsun herhalde bu sıralar.
-Firuzan Abla hiç sorma. Ben kitabı biraz karıştırayım dedim de benim pek kafam basmıyor bu edebiyat işine. Tevfik Abi demişti Selvi'ye şiir kitabı alırsan hoşuna gider diye. Ben de onu dinledim, iyi ki de dinlemişim. Düğünümde nikah şahidim yapacağım onu.
Firuzan'la birlikte Akın'ın bu aptal aşık halleriyle epey eğlendik. Sonra Akın gitti. Akın giderken Firuzan arkasından bakıp bana yaklaştı:
-Sigara kutusu mu onun cebindeki?
-Bilmiyorum ki, ilaç kutusudur belki.
Firuzan arkasından biraz düşünceli düşünceli baktıktan sonra tekrar bana döndü:
-Sen hangi akla çocuğa kız için para harcaması için akıl veriyorsun? Kaan ilaç parasını çıkaracak diye sabahları sabah ediyor. Beyefendi gidip kızlara şiir kitapları alıyor. Kendine dikkat ettiği de yok. Aklı bir karış havada. Yüzüne bir şey demiyorum ama içim içimi yiyor. Hiç iyi bakmıyor kendine hiç. Hadi kendisi çocuk. akıl edemiyor. Abisi de aynı bok, sadece ilaç almakla olacak iş değil ki canım. İkisinin kafasını alıp birbirine vuracağım yakında.
-Kaan da haklı Firuzan, Akın'a söz mü geçiyor sanki. En azından neşesi yerinde hala, hastalıklarla baş etmek için pozitif kalmak da çok önemli hem. Ben de endişeleniyorum bakma, ama elden bir şey gelmiyor ki. Hem fena mı ettim kıza şiir kitabı al demekle? Bak işte ben oldum nikah şahidi, sen de çatla.
-Vallahi fena mı ettin bilmiyorum Tevfik. Bu serserinin kitap almaya parası mı var? Senin kütüphanede vakit geçirmekten kitabevlerinin fiyatlarından haberin yok herhalde.
-Ben ona şiir kitabı al diyeli çok oldu Firuzan, biriktirip almış demek ki.
Firuzan sesini alçalttı, tedirgin bir sesle:
-Çalmış olmasın sakın?
-Yok artık Firuzan. Akın yapmaz öyle şey, bilmiyor gibi konuşma.
-Benim hiçbir şey bildiğim yok, olur mu olur.
Cevap vermedim. Firuzan'ın Akın'a yakıştırdığı bu suçlamaya karşı kızgın hissettim.
-Tevfik ne diyeceğim sana, darülacezeye annemin yanına uğrayacağım ama gerginim biraz. Annemin hafızası bu aralar baya gidik. Eskileri hatırlıyor sadece. Ne beni tanıyor, ne nerede olduğundan haberdar. Babamı sorup duruyor sürekli. Onunla olan güzel günlerini hatırlıyor sadece. Ben de onu üzmemek için bir şey diyemiyorum. Onun adını söylerken gözleri parlıyor resmen, nasıl diyeceğim anne bu adam şerefsizin teki seni de beni de yarı yolda bıraktı diye. Sadece onunla olan anılarına tutunabiliyor, durum böyle olunca ben de müsaade ediyorum. Ama hatırlayacak biliyorum. Hatırlamasına ihtiyacım var. Sonra yine unutsun problem değil. Yeter ki bir kez daha "kızım" desin bana. Tabii seni içeri almazlar da, en azından yolda kafamı dağıtmak için bana eşlik eder misin?
Firuzan'ın teklifini seve seve kabul ettim. Uzun zamandır ikimiz beraber vakit geçirmemiştik. Kafasını dağıtma görevimi başarmak adına ondan bundan konuştum durdum. Firuzan'ı da konuşturdum. Güldürdüm bile. Bu yolu tekrar gidebilmek için çıkışta Firuzan'ı beklemeye karar verdim. Firuzan içeri girdi. Beş dakika sonra geri geldi. Telaşla bağırmaya başladı:
-Annem yok. Annem nerede?
Girişteki kadın Firuzan'ı sakinleştirmeye çalıştı. Sistemden Firuzan'ın annesinin adını arattılar.
-Gülnur Hanım iki gün önce çıkış yapmış gözüküyor.
-Nereye çıkış yapacak nasıl çıkış yapacak bu kadın saçmalamayın. Demans hastası kadının tek başına dışarı çıkmasına nasıl izin verirsiniz?
-Tek başına değil, Özcan Kara ile beraber çıkmışlar. İkisinin de rızası olduğu takdirde çıkmalarına izin vereceğiz elbette. Hapishane değil burası.
Bir yanlışlık olduğundan emin olarak Firuzan'a baktım. Firuzan olduğu yerde donmuştu, gözleri boşluğa düşmüştü. Dudakları aralandı:
-Babam.
Yorumlar
Yorum Gönder