10.BÖLÜM: BENİ AYAKTA TUTAN GÖZLERİN

 -Tevfik bahçedeki masa iki kivili oralet bekliyor. 

Tufan Abi'nin emriyle iki çay bardağı kapıp oraletleri hazırlıyorum, bahçedeki masaya götürüyorum.

-Buyurun afiyet olsun.

-Eyvallah kardeşim.

Elimde tepsiyle tezgahın başına geri dönüyorum. Tufan Abi önlüğünü masaya bırakıp omzumu kavrıyor:

-Bu saatten sonra daha gelen olmaz, sen bulaşıkları halledip çıkabilirsin. Ben de şu Davut Abi'ne tavlada bir boyunun ölçüsünü vereyim de, kapatırım dükkanı sonra. 

Tezgahın arkasına geçiyorum, bulaşıkları yıkarken Davut Abi'nin kısık sesle Tufan Abi'ye "Senin yeni eleman çırak olmak için biraz fazla yaşlı sanki ha Tufan'ım?" dediğini duyuyorum. Sohbetin devamını dinlemiyorum. Bardakları köpürtmeye devam ediyorum. 

Bulaşıkları bitirince Selvi'nin dükkanının yolunu tutuyorum. Elimde Akın'ın aldığı şiir kitabıyla beni görünce Selvi hayal kırıklığı dolu gözleriyle bakıyor bana.

-Neden Akın kendisi gelmedi Tevfik Abi?

-Akın'ın artık dinlenmeye ihtiyacı var Selvi. Sen de geçen gün gördün işte halini, eskisi gibi her gece sokaklarda olması doğru olmaz artık. Hele bir iyileşsin de, onu daha tutamayız zaten biliyorsun.

Selvi yalnızca kafasını onaylar biçimde sallayarak karşılık veriyor, gözlerinde hala aynı hayal kırıklığı dolu ifade. Elimden kitabı alıyor:

-Bu sayfanın kenarını ben katlamamıştım, Akın mı katlamış?

-Bilmiyorum ki, ben katlamadığıma göre.

Katlanan sayfada "Gül" şiiri olduğunu biliyorum. "Beni ayakta tutan gözlerin" satırının üstü çizilmiş olduğunu da. Selvi sayfayı açtıktan sonra suratında bir gülümseme beliriyor.

-Kitap bende kalabilir Tevfik Abi, Akın kendisi getirmeyecekse sürekli getir götür yapmanın anlamı yok artık.

-Babanlara kitabı kimin hediye ettiğini açıklayamazsın diye kitap Akın'da kalıyor sanıyordum.

-Akın da öyle sanıyor abi. Ben her akşam gelmeye bahanesi olsun diye öyle söylemiştim Akın'a.  Yoksa babama kütüphaneden aldım derim, çöpün kenarında buldum derim ne olacak ki. Sen yine de Akın'a bir şey söyleme. İyileşince gelsin yine.

İçtenlikle gülümsedim.

-Akın'ın senin yanına gelmek için bahaneye ihtiyacı mı var sanıyorsun be kızım. Her bulduğu fırsatta burada bitiveriyor zaten.

Selvi utanarak önüne baktı. Onu daha çok utandırmamak için "Haydi Allah'a ısmarladık." diyerek vedalaştım. 

Nöbetçi eczaneden Akın'ın biten ilaçlarını alıp evlerine doğru yola koyuldum. Henüz kapılarını çalmadan Kaan kapıyı açtı, beni görünce sesinin tonuna hakim olamıyormuş gibi yüksek bir sesle bağırdı:

-Oo, Tevfik kardeşim gelmiş. Hem de boş gelir mi! Küçük kardeşimin şifalarıyla beraber gelmiş. Tevfik Abisi. Tevfik Abisi. Sen de olmasan halimiz nece olurdu be'abisi. 

Bir anda kollarını sırtıma dolayarak bana sarıldı. Bütün ağırlığını üzerime bıraktı. Omuzlarından tutarak Kaan'ı üzerimden ittim.

-Kaan kafan mı iyi senin?

-Ayık kafayla çekilecek hayat mı yaşıyoruz Tevfik be'abisi? Aa! Tevfik beybisi diyorum gibi oluyor lan. Tevfik beybisi. Hahah, ulan hiç olacak iş mi? Tevfik'ten de beybi mi olur? Bi duyan olsa nonoş bunlar der valla. Koskoca Neyzen Tevfik be. 

Kendini toparlayıp boğazını temizleyip pat pat sırtıma vurdu:

-Hop kaçtım ben.

Gidecekken kolundan tuttum.

-Bu halde nereye kaçıyorsun acaba?

İçeriden Akın seslendi:

-Tevfik Abi bırak siktirsin gitsin! Kafam kazan gibi oldu bu geri zekalının sarhoş muhabbetinden. Bir şey olmaz ona bırak gitsin.

Seslenişinin ardından öksürmeye başladı. Akın'ı o halde görünce Kaan'ı bıraktım, tutabilecek gibi de değildim zaten. Arkasından kapıyı kapatarak içeri Akın'ın yanına geçtim. Uzun süren öksürük trafiğinin ardından Akın ancak konuşmak için toparlanabildi:

-Hoş geldin Tevfik beybisi.

-Oğlum canını veriyordun hala şaka peşindesin ya. Ne ayak bu abin, evde sen mi ona bakıyorsun o mu sana bakıyor belli değil.

-Kimsenin kimseye baktığı yok. Herkes kendi götünü ne kadar kurtarabiliyorsa o. 

-Niye hayırdır?

-Ne hayırdır abi? Ben yatak döşek yatıyorum, abim kağıt parasıyla bana ilaç mı alsın kendisine bira mı alsın hesabı yapıyor, sen bu yaşından sonra çaycı çırağı oldun, Firuzan Abla desen pavyona düştü.

-Höst! Ne demekmiş öyle pavyona düştü? Türkü evinde şarkı söyleyen pavyona düşmüş mü oluyor?

-Ben daha önce kimsenin hiç geniş omuzlu adamlar tarafından zorla türkü evinde şarkı söylemeye götürüldüğünü görmedim abi. Hoş, Firuzan Abla'nın çalıştığı türkü evini de görmedim. Sen gördün mü?

-Yok oğlum biliyorsun işte Firuzan Ablan kapının önünden geçenin ümüğünü sıkarım dedi. 

-İyi korkutmuş seni belli ki. 

Kahkaha atmaya çalışırken yine nefessiz kalıp kahkahayı öksürüğe çevirdi.

-İki seksen yattığın yerden hala benim halime gülüyorsun ya Akın, inanılmaz bir çocuksun sahiden. Al, getirdim ilaçlarını.

-Yalnız abi diğerleri biteli iki haftadan fazla olduydu, böyle değil bunun çalışma sistemi ben sana söyleyeyim.

-Paramız anca denkleşti işte ne yapalım.

-Bir şey yapmayalım bence Tevfik Abi. Bak sen de gittin bana ilaç parası çıkaracaksın diye kahvede çalışmaya başladın. Yani eyvallah tabii, hakkını ödeyemem ama kasmasak mı diyorum abi? Ben artık çalışamıyorum, Firuzan Abla'ya parasını verecekler mi vermeyecekler mi belli değil, abim zaten bu gidişle varını yoğunu alkole vermeye başlar yakında. Ki sadece alkolle kalsa ona da bin şükür deriz. Demem o ki abi, ben belli ki götü toparlayamayacağım. Zaten kaç kilo verdim halim ortada. Bu hayale belimizi bağlamasak mı artık, harikalar dünyasında yaşamayı bıraksak mı? Ben inan ki yalandan umutlara siz üzülmeyin diye inanıyormuş gibi yapmaktan çok yoruldum. Bu yapmacıklık hali beni bu illet öksürükten bile daha çok yordu. Bak senin beni anlayacağına inanarak sana içimi açıyorum. Firuzan Abla'ya bunları söyleyemem. O daha duygusal. "Yok aman ne ölmesi saçmalama!" der lafları ağzıma tıkar. Sen hayatla ilişkiyi kesmiş adamsın, ölüm sana bu denli korkunç gelmiyordur zannediyorum. Ben korkmuyorum abi. Üzülmüyorum. Bu dünyada kalırsa aklım Selvi'de kalır. Böyle olacağımı bilseydim ben hiç konuşmazdım Selvi'yle. Onun güzel kalbinde kalıcı yara olmak istemezdim. Şimdi beni ne kadar az görse o kadar iyi. Bakarsın yara falan olmam, "gençlik zamanında ona aşık olan serseri bir çocuk" hatırası olurum yalnızca. Selvi'nin hatırasında yaşamak da bana yeter.

*

Bu dünya cehennemin ta kendisi. Bunu hep böyle bildim. İnsanlar zebani tasvirlerinden daha korkunç, çaresizlik ateşten daha yakıcı. Ölmekten korkmadım ancak canıma da kıyamadım. Ölmeyi değil, hiç var olmamış olmayı diledim. Öyle ki henüz ölmeden yok ettim benliğimi. Korkaksın deseniz haklısınız. Güçsüzsün deseniz haklısınız. Sadece o mu, üstüne üstlük bir de bencilim. O gece Akın'ın boynuna sarılıp "gidemezsin" diyerek ağlamak istedim. Yapmadım elbette. Fakat yalnızlığa terk ettim onu. Bunu giderek değil, onu anlamayarak yaptım. Hem de onu anlayacak tek kişinin ben olduğuma inandığı halde. Bu düşünceleri kafandan at dedim. Bir çaresini buluruz dedim. Yalan söyledim. Çarem falan yok. Ya ne yapacaktım? "Öl öyleyse" diyecek halim yoktu ya! Eğer istediği gibi onu rahat bıraksaydım mutlu olacaktı. Mutlu olmasına izin vermedim. Peki şimdi ne olacak? Öylece mutsuz mutsuz ölmesini mi izleyeceğim? Bunu da yapamam. Elim kolum bağlandı. Keşke Akın yerine ölen ben olsaydım. Hayır, ben ölmek değil hiç var olmamış olmak istiyorum.

*

Türkü evinin kapısının önünde bekliyorum. On metre uzakta. Daha çok yaklaşmaya korkuyorum. Firuzan'ın çıkmasını bekliyorum. Akın'ın söylediği şeyler çok kafama takıldı. Firuzan'ın bu durum hakkında ne düşüneceğini merak ediyorum. Duvara dayanmış beklerken dilenci gibi gözükmediğimden emin olmaya çalışıyorum. Yoldan geçenleri inceliyorum, nereye gittiklerini tahmin etmeye çalışıyorum. Bazı kadınları okuduğum kitaptaki karakterlerle özdeşleştiriyorum. Çocuklar dışında benimle göz teması kuran kimse yok.

Bekleyişin ardından Firuzan'ın türkü evinden çıktığını görüyorum. İki adım ilerideki binanın giriş merdivenlerine oturup bir sigara yakıyor, kafasını geriye yatırıp aldığı dumandan derin bir nefes veriyor. Yanına gidiyorum, gözlerinde kaşlarına kadar değen kocaman kirpikler olduğunu görüyorum. Yanında dikildiğimi fark ettiğinde kafasını kaldırıp yüzüme bakıyor, beni tanıdığında hayal kırıklığı dolu bir homurtu çıkarıyor:

-Buranın kapısının önünden geçmeyeceksin dememiş miydim Tevfik?

-Bu yüzden karşı kaldırımda bekliyordum.

-Yazık etmişsin kendine, bir dahakine içeri göbek atmaya da gel oldu mu? 

-Firuzan seninle konuşmak istediğim şeyler var. 

Firuzan bıkkınlıkla suratıma bakıp yanına oturmamı işaret etmek için eliyle merdivene pat pat vurdu.

-Sigaraya başladığını bilmiyordum.

-Akın'ın sigara piyasasında açtığı yokluğu ben doldurayım dedim.

-Akın'ın zannettiğin kadar uslu durduğundan şüpheliyim Firuzan. Hatta ilaçlarını almayı bile reddediyor. Konuşmak istediğim konu da buydu zaten.

Firuzan cevap vermedi. Şaşırmış görünmedi. Herhangi bir duygu belirtisi göstermedi. Karşısına bakarak sigara içmeye devam etti.

-Firuzan bak, kendimi çok çaresiz hissediyorum. Akın gözlerimizin önünde eriyor. İlaçları pahalı. Kendine dikkat etmiyor. Ben elimden geldiğince para biriktiriyorum ama sanırım Kaan parasını alkole harcamaya başlamış.

-Kaan'ı bu işe karıştırma Tevfik.

-Efendim?

-Onun için çok mu kolay zannediyorsun? Hayatta sahip olduğu tek kişi Akın. Onun için senden daha az endişe duyuyor olabilir mi sence? Hem gururlu ve dik başlı bir adam o. Şimdi hem benden hem senden gelen ilaç paralarını kabul etmek için gururunu ayaklar altına almak zorunda. Daha çok para kazanabilmek için ne kadar fazla iş görüşmesine gittiğinden haberin var mı? Onun ne durumda olduğunu anlamıyor musun? Gelmiş bana ne kadar çaresiz olduğunu söylüyorsun. Senin ne derdin var Tevfik? Hasta olup günden güne daha kötü olan sen misin, kardeşini kaybetme korkusuyla tüm gün helak olan sen misin, içinde olmaktan midenin bulandığı bir işte çalışan, her gün annen seni bir kez olsun hatırlasın diye dualar eden sen misin? Ne istiyorsun? Sırtını sıvazlayıp teselli mi vermeliyim sana? Kaan parasını alkole harcıyormuş. Bilmediğimi mi zannediyorsun? Yaşadıklarını sırtlamaya gücü yetmediğinde senin gibi sızlanmak yerine alkolle beynini uyuşturmayı tercih ediyor demek ki. Nasıl kızacaksın ki. Asıl geçen gün türkü evindeki halini gördükten sonra insan daha ağzını açamıyor.

-Türkü evindeki halini?

Firuzan ağzından kaçırdığı şeyi fark edip kısa bir panik anı yaşadı.

-Ben sokağından dahi geçemezken Kaan türkü evine mi geliyor Firuzan?

Bir süre önüne bakarak sessiz kaldı. Sigarasını kaldırımda söndürdü. Ayağa kalktı.

-Akın'dan ümidi kesmek yok Tevfik. Bir çaresini bulacağız. Sen de Kaan'ı bu kadar düşünmek yerine bir çare düşünsen iyi edersin. Aramızda en güçlü durabilecek kişi sensin. "Ben hayatta hiç bir şeyi başaramamış zavallı bir adamım" ayakları yapmayı bırak artık. Çekilmiyor.

Dönüp gitti, uzaklaşırken gözünden yapışkanlı kirpiklerini çıkarıp çöp kutusuna fırlattı. 

*

GÜL
Gülün tam ortasında ağlıyorum Her akşam sokak ortasında öldükçe Önümü arkamı bilmiyorum Azaldığını duyup duyup karanlıkta Beni ayakta tutan gözlerinin Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum İstasyonda tren oluyor biraz Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum Her nasılsa sokağa düşmüş Kolumu kanadımı kırıyorum Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene Cemal Süreya

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1.BÖLÜM: TANIŞMA

9.BÖLÜM: MADALYONUN ÖTEKİ YÜZÜ