7.BÖLÜM: SELVİ

 Günler geçti. Firuzan köprü altına gelmiyor. Beklediğimden değil de, ne bileyim işte. Son gördüğümde pek iyi değildi, insan merak ediyor. Ben halk kütüphanesinde zaman geçirmeye devam ediyorum. Bazı akşamlar Akın'ın sahildeki grubuyla beraber oturmaya gidiyorum, laklak ediyoruz. Daha doğrusu onlar ediyorlar, ben daha çok dinliyorum. Bunca zaman öyle yalnızdım ki, aslında bir kalabalık içinde olmanın oldukça keyifli olduğunu fark ediyorum. Kalabalıklar içinde görünmez olmanın keyifli olduğunu düşünüyorum. Öylece konuşulanları dinliyorum. Herkes için kafamdan farklı bir kişilik analizi yapıyorum. Bazı söylenenleri aptalca buluyorum, bazı söylenenler doğrularımı tekrar gözden geçirmeme sebep oluyor. Bakış açılarını çok takdir ettiğim insanlar var. Akla mantığa sığmayacak düşünceleri  büyük bir özgüvenle ve ısrarla savunan insanlar da var. Hiçbirine kızmıyorum. Ne de olsa kimini ailesi öyle yetiştirdi, kimi aklını kaçırmamak için birtakım zırvalara sıkı sıkı tutunmak zorunda kaldı. Firuzan'ı da ilk tanıdığım zaman yarım akıllı olabileceğini düşünmemiş miydim hem? Şimdi size soruyorum, ben Firuzan'ın yerinde olsaydım aklımı sapasağlam tutabilirdim diyeniniz çıkar mı? Daha önce içinde bulunduğum kalabalıklardan pek keyif almazdım. İnsanlar konuşmamı isterdi, dertlerini dinlememi isterdi, benimle ilgili merak ettikleri her şeyi anlatayım isterdi: Neden böyle suskunum, eşimle mi kavga ettim, çocuk yapmayı düşünüyor muyum, yoksa çocuğum olmuyor mu, şakalarına neden gülmüyorum, bu konu hakkında ne düşünüyorum, öğrencilerle neden başa çıkamıyorum, öğretmenliğin bana göre olduğundan sahiden emin miyim...

Sahildeki grupta ise neredeyse orada olduğumun farkında bile değiller. Onlar daha çok konuşmak istiyorlar, dinlemek değil. Bunu belki de bencil bir davranış olarak değerlendirenleriniz olacaktır. Bana hava hoş. Bencil olsunlar, egolu olsunlar, birkaç tahtaları eksik olsun yeter ki bana soru sormasınlar. Bende cevap falan yok.

Akın'la buluştuğumuz bazı günler bana Firuzan'ın getirdiği artan pasta böreklerden getiriyor. O akşamlar Firuzan'ın onların evinde olduğunu anlıyorum. Nasıl olduğunu Akın'a soruyorum. İdare ediyormuş. Klasik Firuzan Abla'ymış işte, içten içe ölürmüş de pek belli etmezmiş. Akın öyle söyledi. Belli etmesine gerek yok, ben elini kolunu nereye koyduğundan bile anlarım nasıl olduğunu ne de  olsa. Akın'a böyle söylemedim tabii. Zaten son zamanlarda bir şeyler ima ediyor gibi eşek sıpası. Herkesi kendisi gibi aşk peşinde koşan ergen sanıyor herhalde. Sahilde ne zaman biri çekirdek, sigara veya başka bir şey almak için kenardaki büfeye gitmeye kalksa "aman hiç zahmet etme" deyip koşuveriyor büfeye. Biz de dün doğmadık herhalde. Görüyoruz büfenin arkasındaki kendi yaşlarındaki mahcup bakışlı kızcağızı.

*

Gün içinde Tufan Abi'nin kahvehanesinde vakit geçirdim. Bir ara Nurhan Yenge geldi, patates salatası yapmış onu getirmişti. Beni görünce yüzünde pek güller açmadı tabii tahmin edersiniz. Devrik gözleriyle beni süze süze gitti. Tufan Abi de farkında, kibarlığından bana pek yansıtmamaya çalışıyor. "Oğlum biliyorsun yengen sever seni. Sever tabii niye sevmesin ya. Ama işte sen de böyle serseri mayın gibi sokaklarda dolanınca kadın anlamıyor haliyle. Bana açıklama yapma ben biliyorum seni. Bak daha da ısrar etmiyorum gel benimle çalış diye. Ha, gelmek istersen kapım her zaman açık orası başka. Hem bu aralar iyi görüyorum seni. Yüzüne gözüne bir ışıltı geldi sanki. Ayfer'in böreklerinden midir nedendir artık bilemeyeceğim. O getirdiğin hanım kız da çok gayretli, çok efendi kızmış. Ayfer'den alıyorum haberlerini. İşi çabuk kavramış, sabahları Ayfer'den önce dikiliyormuş kapıda. Eh müşterilerle ilişkileri çok iyi değilmiş ama Ayfer olur o kadar diyor. Tabii canım esnaflık kolay mı ya, bin türlü insanla konuşuyorsun her gün. Ters müşteri gelirse Firuzan'ı mutfağa çekiyorum diyor Ayfer. Delikanlı kız bu Firuzan. O gün nasıl karşıma geçti de taramalı tüfek gibi konuştu benimle. Takdir ettim vallahi. Sende de hiç akıl yok ama Tevfik. Getirmişsin karşıma dikmişsin kızı kahvehanede çalışsın diye. O da kabul etmiş gelmiş bana laf anlatıyor. Olur mu canım kahvehanede kadın çalışan. İki tane deli iyi bulmuşsunuz birbirinizi."

Tufan Abi konuştu da konuştu. Eh,  bende de yılların tecrübesi var artık. Tufan Abi'nin öyle her dediğine cevap verilmez. Bırakın o konuşsun. Konuşurken zaten cevapları da kendi kendine verir. Sonra da ne iyi oldu sohbet ettiğimiz der. O konuşurken ben biraz önümdeki bulmacadaki ünlülerin fotoğraflarına kaş bıyık çizdim, biraz patates salatasını kaşıkladım. Ayfer Abla'nın poğaçaları, Nurhan Yenge'nin patatesleri derken göbek yapacağım bu gidişle. Bu evsiz adamın şiir tutkunu olması zaten tuhaftı, şimdi hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten!

Akşama doğru karaladığım bulmacayı da yanıma alıp sahile doğru geçtim. Bir ağacın altında oturup biraz bulmaca çözdüm. Akın'ın grubu yine karşıda toplanmaya başladı. Akın ortalarda yok. Gelecek mi acaba? Bizimkinin büfeye bir göz gezdirdim. Büfenin tezgahına kolunu dayamış, çalışan kızla sohbet eden bir genç. Kuru götünden Akın olduğu belli. Bulmacamı bırakıp bir müddet uzaktan onu izledim. Epey de sohbet ettiler. En son bizimki elinde sigara paketiyle ayrıldı büfeden. Yürümüyor dans ediyor sanki. Yüzünde de salak bir sırıtış. Gruba doğru gidiyordu ki benim ıslığımla beni fark edip yönünü değiştirdi.

-Tevfik Abim bugün tek tabanca takılıyorsun bakıyorum.

-Ben hep tek tabancayım da, senin bu aralar tabancayı çiftleme gibi hayallerin var sanki he? Bana geçen gün anlattığın sevdiceğin, şu büfedeki kızcağız olmasın?

Akın güldü. Elleriyle yüzünü kapattı. Yanıma oturup sigarasından bir dal çıkardı, bir de bana uzattı. İstemez, dedim. 

-Bana bak sen de araba egzozu gibi öksürüyorsun kaç gündür. Yine gitmişsin sigara almışsın. 

-Aman bize bir şey olmaz be abi. Her gece dışardayım soğuk aldım herhalde. Geçer birkaç güne bünye de alıştı artık.

-Bir haftadan fazla olacak neredeyse, neyin birkaç günü bu acaba? Sağlık ocağı evinin dibinde bir gösterseydin kendini.

-Abi sen şimdi boş ver sağlık ocağını falan da, kız çok güzel değil mi?

-Bilmem, öyledir herhalde.

-Tevfik Abi ne demek herhalde ya. Bana bir bakışı var ki ceylan yavrusu gibi. Uzaktan bakınca saf salak bir şey zannedersin. İnan ki hiç öyle değil abi. Seni beni suya götürür de susuz getirir. Birayla sigara almak istemiştim. On sekizimden küçükmüşüm diye satmadı bana. 

-Kız işini düzgün yapıyor işte, cingözlük mü oluyor şimdi bu?

-Cingözlük tabii ya. Benden başka on sekizinden küçüklere satmıyor mu zannediyorsun? Bak sigara paketinin içine, kaç tane var? On yedi. Biri şimdi ağzımda, ya diğer ikisi? Selvi'de. İki dalı ona vermem şartıyla satıyor anca. Ne güzel ismi var ama değil mi, Selvi. Ama birayı hayatta satmıyor bana. Sor neden diye.

-Nedenmiş?

-Kendisi bira içmiyor da ondan. Oradan kendine çıkaracağı bir pay yok. Benim de içmemi istemiyor. Sor neden diye.

Güldüm.

-Nedenmiş ya?

-Seviyor da ondan! İnsan sevdiğini böyle korumaz mı? Ya başka neden düşünsün benim iyiliğimi? Buraya yazıyorum bak gör abi, evleneceğim ben bu kızla.

Akın aniden ensesine yediği tokatla irkildi.

-Kiminle evleniyorsun bakayım sen?

Kaan, Akın'ın omzunu sıvazlayarak yanımıza oturdu. Akın'ın sigara paketine uzanıp dudakları arasına bir dal aldı.

-Selvi'nin peşinde koşuyorsun hala değil mi?

Akın'ın suratı düştü. 

-Ben kimsenin peşinden koşmuyorum. 

-Utanma be oğlum. Sen de bir tuhafsın, Tevfik'ten utanmıyorsun da benden mi utanıyorsun? Ben bir şey demiyorum ki sana, biz de senin yaşında olduk herhalde. Kızın babasıyla beni tekrar papaz etme yeter.

Kaan kafasını bana çevirdi.

-Hayır yani babası da dallamanın teki. İlkokuldan sonra okutmadı kızını. Kırsın dizini otursun evinde kafasında anlayacağın. Sonra hastalığı çıktı bunun, fazla bakamamaya başladı büfeye. Oğlan çocuğu da yok, koydular mı Selvi'yi dükkanın başına. Kız gece saat bilmem kaça kadar milletle muhatap oluyor. Okusa daha iyi değil miydi? Al işte sonra böyle Akın gibi çılgın aşıklarla uğraşmak zorunda kalırlar. 

Kolunu Akın'ın omzuna attı, kendine doğru çekti.

-Asma yüzünü be oğlum. Kardeşimizle de uğraşamaz olduk! Alacağım ben o kızı sana, sen merak etme. Babası kağıtçıya vermez kızını ama onu söyleyeyim. Evlenme naraları atmadan önce düşün bunları biraz.

-Ben de otuz yaşına kadar kağıtçılık yapmam herhalde abi.

Kısa ama gergin bir sessizlik oldu. Akın söylediği şeyin farkına varıp telaşla lafa atıldı.

-Sana kötü bir şey söylemek istemedim. Kağıtçılık yapmakta kötü bir şey yok ki. Haklısın yani babası vermez kızını kağıtçıya, başka bir şey bulmak lazım gelir. O manada dedim.

-Sakin ol abicim, anladım ben seni. Benim örnek alınacak bir halim yok farkındayım. Sen benim gibi olmazsın, akıllı çocuksun. Kim bilir Tevfik abin gibi filozof olursun belki.

Kolundaki saate baktı.

-Ulan lafa tuttunuz beni. Firu'ya söz vermiştim bugün dükkanı kapatmasına yardım edeceğim diye. Geçen gün bana biraz nazlandı da, tek başına dükkanı kapattığı günler çok yoruluyormuş (bana bakıp göz kırptı) Ben de eşek başı değilim herhalde. Gideyim de bir iki işin ucundan tutayım.

Kaan ayağa kalktı. Biz de bir işin ucundan tutalım madem burada öylece oturuyoruz, diyerek ayağa kalkmaya yeltendim. Kaan elini omzuma koydu, ayağa kalkmamı engelledi. 

-Sağ olasın Tevfik, dükkan küçük. Bu kadar kalabalık gitmemize gerek yok. Hallederiz biz Firu'yla. Teşekkür ederiz ama bu centilmen teklifin için. Aramızda bir gerilim yok öyle değil mi? Akın çok seviyor seni farkındayım. Hatta sana teşekkür borçluyum küçük kardeşimle bu kadar ilgilendiğin için. Bakın ne diyorum, biz dükkanı kapatalım eve geçelim. Siz de bir iki saate bize gelin. Hem poğaça börek yeriz hem sohbet ederiz. Akın'ın hastalığı da bir türlü geçmedi zaten. Geç saatlere kadar sokakta durmasın. Artık Selvi'yi mi çekiştiriyorsanız ne yapıyorsanız aynı muhabbeti evde de devam ettirirsiniz. Abi hükmüdür, itiraz kabul etmiyorum.

Bizden bir cevap beklemeden çekip gitti. Biz de öylece aldığımız hükümle oturmaya devam ettik. Akın abisinin bu tavırlarından mahcup olmuş gibiydi. Bana yanaştı.

-Gideriz değil mi Tevfik Abi? Sen de uzun zaman sonra Firuzan Abla'yı görmüş olursun hem.

Başımı salladım.

-Gideriz tabii Akın, davete icabet etmek gerek.

Akın gülümsedi. Bir süre sessizce oturduk. Çekingen bir tavırla Akın tekrar söze girdi.

-Tevfik Abi diyorum ki, ben şu tahinli çörekten Selvi'ye de mi götürsem? Hediye gibi yani.

-Çörekten hediye mi olur? Oldu olacak börek aç kıza bir de.

-Ya ne bileyim abi. Neredeyse her gün büfedeyim, sohbet ediyoruz iyi hoş da elim boş gitmek istemiyorum artık. Kız bizi boş adam sanmasın yani. Ne verilir ki hediye olarak?

-Şiir kitabı ver.

-Ben şiir okumam ki.

-O zaman önce kendin oku, sonra kıza ver. Hatta içinden romantik bir şiirin olduğu sayfanın kenarını katla öyle ver.

-Aman abi, konu çörekten romantik şiire nasıl geldi bir anda anlamadım. Babası fark ederse ağzımı kırar vallahi.

-Ne oldu az evvel evleneceğim diyordun, şimdi kitap vermeye korkuyorsun.

Akın gözlerini yere indirdi, eliyle boynunu sıvazladı. Biraz düşündü.

-En iyi romantik şiir yazan şair hangisi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1.BÖLÜM: TANIŞMA

10.BÖLÜM: BENİ AYAKTA TUTAN GÖZLERİN

9.BÖLÜM: MADALYONUN ÖTEKİ YÜZÜ