6.BÖLÜM: TAHİNLİ ÇÖREK

 -Tevfik Abi bak vallahi inanmıyor gibi bakıyorsun. Yalan mı söyleyeceğim sana ya!

-Oğlum niye inanmayayım Allah Allah! Öyle diyorsan öyledir.

-Abi öyle diyorsun da bıyık altından güler gibi bir halin var. Bak yalan söylüyorsam iki gözüm önüme aksın. Bir sene boyunca kız her okul çıkışında ta diğer mahalledeki okuldan geliyordu, sırf beni görmek için. 

-Filinta gibi delikanlısın Akın, kızlar seni görmeye gelmeyecekti de kimi görmeye gelecekti zaten.

-Abi bırak ya sen dalga geçiyorsun benimle, inanmazsan inanma bilen biliyor.

-Bana bak, ne oldu sonra bu kıza? Bu kadar aşıkmış madem hani nerede şimdi?

-O aşıktı aşık olmasına da, ben yüz vermiyordum ki. Geliyordu uzaktan uzaktan beni izliyordu, konuşmaya da cesaret edemiyordu. Belki de ilk adımı atmayı gururuna yediremiyordu bilmiyorum. Güya kız arkadaşlarını görmeye gelmiş gibi davranıyordu ama biz de dün doğmadık herhalde abi. Bakışlarının keskinliğinden ensem alev alacaktı az daha!

-Eşek herif madem kız senden adım bekliyormuş ne diye görmezden geliyordun kızı? Senin için o kadar yol geliyormuş, kız haliyle bir de konuşmayı da o mu başlatacaktı? Oldu bir de abinden istemeye gelseydi seni. 

-Tevfik Abi sen de beni bilmiyormuş gibi konuşuyorsun, erkekliğimizden ödün vermeyiz evelallah. Benim gönlüm başka yerdeyken kızı görmezden gelmeyip ne yapsaydım? Kalp kırmak yakışır mı delikanlıya?

-Bizim Akın'a bak sen. Demek sevdiğin vardı. Senin sınıfından mıydı yoksa?

-Yok abi, okuldan değil. Okumuyordu o. Okutmuyorlardı yani. Aha! Firuzan Abla geliyor.

Uzaktan görünen Firuzan yorgun adımlarla yanımıza geldi. Oturduğumuz bankın karşısındaki çimenlere bezginlikle kendini atıverdi.

-N'apıyorsunuz serseriler?

-Ne yapalım Firuzan, Akın'la iki lafın belini kırıyorduk. Bizi bırak da senden ne haber? Yüzün sirke satıyor.

- Aman sorma Tevfik. Geçen iş görüşmesine gitmiştim, ev yemekleri satan bir lokanta. İyi de geçmişti olacak gibiydi. İki gün sonra tekrar gel maaşını sigortanı ayrıntılarıyla konuşuruz demişlerdi. Bir ümitle gittim bugün, "Firuzan Hanım kusura bakmayın işe başka biri başladı bugün." dediler. Biraz direttim işte beni biliyorsunuz, bana söz vermiştiniz nasıl oluyor bu dedim. Sonradan itiraf ettiler aşçının yeğeniymiş işe başlayan. Ben daha ne diyeyim ki, bir biz kimsenin yeğeni olamadık.

-Üzme kendini Firuzan Abla, vardır bir hayır. Belki de daha iyi fırsat çıkacak karşına.

-Aman Akın mahallede fırsat kaldı mı ki iyisi kötüsü olsun. Başvurmadığım ilan kalmadı.

Firuzan'ı böyle yorgun ve umutsuz görmek bana sanki biri kaburgalarımı sıkıyormuş gibi hissettirdi. Çünkü bu kadın sinirli de olsa, kederli de olsa gözlerinde parlayan, sönmek bilmez bir ışık var. Biliyorum size tam olarak anlatamıyorum. Belki akıl almaz geliyor. Bunca zorluklarla baş etmek zorunda kalmış evsiz bir kadının gözleri nasıl hala böyle parlayabilir? Bana anlatsalardı inanmazdım. Aynı zamanda biliyorum ki Firuzan'ın ışığını görebilen tek kişi ben değilim. Görmemek için ancak bakmıyor olmak gerek. Şimdi ise bu gözler karşımda sanki bir hiçlik denizinin içinde yüzüyor.

-Firuzan, aklıma bir fikir geliyor ama korkarım pek hoşuna gitmeyecek.

Firuzan uzaklara dalmış olan gözlerini yavaşça bana çevirdi.

-Yıllardır bana kol kanat geren eski bir dostum var, Tufan Abi. Kendisi esnaf, beni yanında çalışmam için ikna etmeye çalışıp duruyor. Diyorum ki, konuşsak da seni alsa yanına.

-Ne iş yapıyormuş bu Tufan Abi?

-Kahvehanesi var.

Firuzan hayal kırıklığı içinde nefes verdi. Kaşlarını çatarak yüzüme baktı.

-Kahvehanesi mi var? Adamların içinde çay getir götürü mü yapacağım? Ve kimse bunu garip karşılamayacak, çalışırken bana rahatsız edici bakışlar atmayacak öyle mi?

-Firuzan bak biliyorum kulağa absürt geliyor ama düşününce neden yapamayasın ki. Çay, kahve yaparsın. Bulaşık yıkarsın, dükkanın tozunu alırsın yani bunlar senin yapabileceğin işler. Evet haklısın mahalleli sana hemen alışamaz belki ama o da olur zamanla. Bakarsın evde oturmaktan sıkılan kadınlar seni görünce senden cesaret alırlar, onlar da kahveye oturmaya gelirler. Hem Tufan Abi de kimsenin seni rahatsız etmesine izin vermez zaten.

-Ya Tevfik yapma ne olursun.

-Yok Firuzan Ablam doğru söylüyor Tevfik Abi. Kadın başına yapılacak iş değil o yani.

Firuzan oturduğu yerden kalktı. Ellerini beline koydu. Akın'ı kısık gözlerle süzdü.

-Ne diyorsun bakayım sen?

-Firuzan Abla bana niye celalleniyorsun? Ben seni savunuyorum. Haklısın bin tane adamın içinde senin ne işin olacak. Sen yine bulursun ev yemeği lokantası olur, pasta börek işi olur. Kahvehane neymiş öyle! Başımıza iş açacak.

Firuzan gittikçe büyüyen gözleriyle Akın'ı dinledikten sonra bana döndü.

-Aslında biliyor musun Tevfik, biz bir konuşalım şu Tufan Abi'yle. Dediğin gibi çay demlemekte, süpürge yapmakta ne var ki? (yüzünü Akın'a doğru yaklaştırarak) Başımıza iş açılacak olursa da, üstesinden gelmeyi biliriz çok şükür.

*

-Tufan Abi biliyorum yeni tanıştık ve senden istediğimiz şey alışılmışın hayli dışında ama inan bana ben hiç zorluk çıkarmam. İstersen dükkanı sabah ben açarım, istersen gece geç saatlerde kapatırım. Geç saatlere kalmaktan korkmam. Abi gerekirse eşofmanları çeker gelirim, kadın olduğumu anlamazsınız bile. 

Firuzan ve ben kahvehanede, Tufan Abi'nin karşısında süt dökmüş kedi gibi oturuyorduk. Firuzan Tufan Abi'yi ikna etmeye çalışırken ben yalnızca muzur bakışlarla gülümsüyordum. Tufan Abi'den bunca yıl sonra bir ricada bulunduğumda beni kıramayacağını biliyordum çünkü. Zavallı adamı biraz zora sokmuş olacaktık ama ne yapalım, hayat şartları bunu gerektirdi. 

Tufan Abi elini kaldırarak Firuzan'ı susturdu.

-Bak Firuzan, Tevfik benim kardeşim gibidir. Bugün seni getirdi dostumdur diyerek bana tanıttı, şimdi bir de kız kardeşim oldu. Madem sen kahvehanede çalışmayı kabul edecek kadar zora düştün. Sana yardım etmek benim başım gözüm üstüne. Ama ben de seni böyle bir kurtlar sofrasına atacak kadar aklımı peynir ekmekle yemedim. İki cadde ötede Ayfer'in pastanesi var. Tabelasında "Nefis Pastane" yazar kolayca bulursun. Oraya git, seni benim yolladığımı söyle. Ayfer'in yanında çalışmaya başla. 

-Beni hemen işe alır mı diyorsun?

-Vallahi az önce bana saydığın marifetleri ona da sayarsan bayıla bayıla alır. Bugün git hemen konuş, kaptırma işi. 

Firuzan hızlıca ayağa kalktı, Tufan Abi yolu tarif etmek için onunla birlikte kapıya yöneldi. Onları duyamadığımı düşünmüş olacak ki Firuzan'ı yollamadan önce sesini alçaltarak

-Madem bugün geldin Tevfik'in arkadaşıyım diyerek benden iyilik istedin. Bunu sözde bırakma. Tevfik'e göz kulak ol. Çok aklım kalıyor deli çocukta, haydi bakalım kardeşim, dedi.

Yanıma döndüğünde bunu duymamış gibi davrandım.

-Buydu değil mi geçen gün sana sorduğum kadın?

Gülerek başımı salladım.

-Buydu abi.

-Güzel, akıllı kız. Dikkat et de kalbini kırmasın Tevfik.

-Kalp kırılacak bir durum yok ortada abi. Benim kalbimin yerini hatırlayacak halim mi var? Günlerdir denk geliyorduk sohbet ettik arkadaş olduk. Zor durumda olduğunu gördüm, benim elimden de yardım etmek gelmiyor biliyorsun. Dayanamadım sen yardım edersin diye sana getirdim. Benim senden başka dayanacak duvarım yok ki.

Tufan Abi karşımdaki sandalyeden kalkıp yanıma oturdu. Sırtımı sıvazladı. 

-Sohbet ettik, arkadaşlık ettik bir de insanlık edip yardım ettik diyorsun yani. Anladım. O zaman şiir okumadın sen bu kıza öyle mi?

Sustum.

*

Akın akşam beni sahile oturmaya çağırmıştı. Tufan Abi'yle akşama kadar kahvede oturduktan sonra müsaade isteyip Akın'ı bulmaya gittim. Sahilde çimenlere çember şeklinde oturmuş gürültücü kalabalık bir grup vardı. Birinin elinde gitar, arada beraber şarkı söylüyorlar, içiyorlar, yüksek kahkahalar atıyorlar. Akın'ı ararken bir yandan da göz ucuyla bu grubu süzüyordum. Derken Akın'ın sesini duydum.

-Tevfik Abi, buradayım gel abi.

Akın, bu kalabalık grubun içinden bana sesleniyordu. Yanındakine kayması için işaret yaptı. Bana yer açtılar.

-Gel hadi abi!

Sorgulayan gözlerle ve yavaş adımlarla yanlarına gittim. Akın'ın yanına çöktüm. Diğer yanımdaki kişi bana "Hoş geldin Tevfik." dedi, grubun kalanı pek oralı olmadı. Akın'ın elindeki bira şişesini görüp kulağına eğildim.

-Bana bak, bunlar biliyorlar mı senin kaç yaşında olduğunu?

-Soran olursa on sekiz yaşındayım abi.

-Kim bunlar, nereden buldun bu insanları?

-Abi kimi işten çıkıp geliyor, kimi evden bunalıp geliyor. Dertleşiyorlar, oyun oynuyorlar, sohbet ediyorlar. Bu buluşmaları ne zaman düzenli olarak yapmaya başladılar bilmiyorum çünkü ben sonradan dahil oldum gruba ama bildiğim kadarıyla kimse kimseyi önceden tanımıyor. Herkes bu grup vesilesiyle tanışmış yani. Her geçen gün daha kalabalık oluyoruz, bizi görüp yanımıza gelen herkese kapımız açık çünkü. Yirmi yaşında olanlar da var elli yaşında olanlar da. Bak şu mavi gömlekli adamı görüyor musun, o işinde genel müdür mesela. Burada gelip benimle beraber oturuyor, üstüme başıma da hiç yargılar gibi bakmıyor. Dışarıdan bakınca sadece eğlenip aylaklık yapıyormuşuz gibi görünebilir ama aslında herkesin bu gruba çok ihtiyacı var abi. Çünkü bu insanların dertleşmeye ihtiyacı var. Burada belki de birçok kişi derdini anlattığı zaman ilk defa karşısındakinin onu sahiden dinlediğini gördü. Dinlenilmeye değer olduklarını hissedebilmek için buradalar. E tabi eğlenmek için de.

-Sen neden buradasın peki? Abinle dertleşemiyor musun?

-Burada olmamın en büyük sebebi abimden uzaklaşabilmek zaten. Yani yanlış anlama o benim canım ciğerimdir. Hayatta ondan başka kimsem yok ki. Ama bazen birbirimizi hiç anlamadığımızı hissediyorum. Kardeş olmasaydık birbirimize iki saatten fazla katlanamazdık herhalde. Bazen ben hevesle bir şey anlatırken bana öyle bakıyor ki, geri zekalı gibi hissediyorum kendimi. Bir yaşa kadar sorun bende zannettim hatta. Abim gibi olmam gerekiyor zannettim. Şimdi ise abim gibi olmak hayatta en son isteyeceğim şey. Burada bu insanlarla olmayı seviyorum çünkü burada kendimi "Akın" gibi hissediyorum, "Kaan'ın küçük kardeşi" gibi değil.

Grup oyun oynamaya karar verdi, onlara katıldık. Dürüst olmak gerekirse başlarda çekingen davransam da oldukça eğlendim. Gece geç saatlere doğru kimisi evine döndü, kimisi aynı arabaya atlayıp çorbacıya gitti. Biz yine Akın'la sahilde baş başa kaldık. Akın sırt üstü çimlere uzandı.

-Tevfik Abi, hani bugün dedin ya Tufan Abi beni yanında çalışmaya çağırıyor da gitmiyorum diye. Niye yapıyorsun bunu kendine abi? Bir zamanlar evliymişsin, Firuzan Abla söyledi. Ben sana kendimle ilgili çok şey anlattım ama seni hiç tanımıyorum. Kimsin sen abi?

Gülümsedim. Akın bunları sorarken meraklı gözlerle yüzüme bakmak yerine yattığı yerden sakince gökyüzünü inceliyordu. Bugün herkesten uzaklaşıp kendisi olabilmek için gittiği yere beni de çağırmıştı. Demek ki benim yanımdayken de kendisi gibi hissedebiliyor, varlığımdan mutlu oluyordu. Bu genç çocukla aramızda özel bir bağ olduğunu inkar edemeyeceğim. Ben de onun varlığından mutlu oluyor, enerjisiyle neşeleniyordum. Beni daha iyi tanımayı hak ettiğini düşündüm.

-Evliydim doğru. Annemle babam yaşlanmaya başlayınca "Aman oğlum sana bir eş bulalım, yoksa bu dünyadan biz göçünce yapayalnız kalacaksın. Gözümüz açık gideriz!" dediler. Ben de peki dedim. Buldular birini evlendik. Candan. Güzel kadındı. İlk evlendiğimiz zamanlar heyecanlıydı, utangaçtı. Severdim ben Candan'ı. Firuzan Ablan geçen gün bana "Aşık mıydın?" diye sordu. Bilmiyorum dedim ama biliyorum, ben hayatım boyunca hiç öyle yüksek duygular hissetmedim. Sadece kadınlar konusunda değil, hiçbir zaman hiçbir şeye. Çocukluğumdan beri hep bana yapmam gereken şeyleri söylediler ben de yaptım. Kibar ol, kimseyi üzme, kızları rahatsız etme, oku, iş bul, evlen. Hepsini yaptım. Ben ne istiyorum diye hiç oturup düşünmedim. Kimseye kızmıyorum, kimseyi suçlamıyorum. Çünkü ben hiçbir şey istemiyordum zaten. Kimse hayallerime engel falan olmadı.

-İş buldun. Ne iş yapıyordun abi?

-Edebiyat öğretmeniydim.

Akın güldü.

-Hah, işte şimdi parçalar yerine oturuyor. Orhan Veli tutkunu manyak bir evsiz değilsin sen. Hayatta şiirden başka bir tutkusu kalmamış olan bir edebiyat öğretmenisin.

-Tam doğru sayılmaz. Çünkü hayatta zaten başka bir tutkum hiçbir zaman olmamıştı. Bir akıntının içinde sürüklenip gidiyordum. Nereye gideceğimi veya nasıl gitmem gerektiğini düşünmeden. Heyecan duymuyordum, üzülmüyordum, sinirlenmiyordum. Bir şeylerin yanlış olduğunun farkındaydım ama tam olarak ne olduğunu hiç bulamıyordum. Sanki bende tüm insanların sahip olduğu bir şey eksikti. Küçük yaşta kitaplarla tanıştım. İlk defa bir şey beni bu kadar mutlu etti. Kitap okurken kendim olmaktan çıkıp o baş karakterlerin yerine geçiyordum. Ah kendim olmamaktan ne kadar büyük haz duyuyorum! Derslerimde başarılıydım. Böyle olunca benimkiler bu çocuk zeki, kitap okumayı da çok seviyor, öğretmen olsun dediler. Halimiz vaktimiz de iyiydi, okuttular sağ olsunlar. Öğretmen olmayı kitap okumayı sevdiğim gibi sevemedim. Çocuklarla başa çıkmayı başaramadım, saygın bir öğretmen imajı çizemedim. Diğer öğretmenlerle güzel ilişkiler kuramadım. Çocukken de kimseyle arkadaşlık kuramazdım. Bu büyüdüğüm zaman değişir zannetmiştim ama insanların hiç de zannettiğim gibi çocuk olmayı bırakmadıklarını gördüm. 

-Karın da ilk heyecanını atlatınca senin bu hallerinden sıkıldı tabii.

-Akın, sen kadınları hangi ara bu kadar iyi tanıdın?

-Kadınlarla ne alakası var abi? Hangi insan olsa böyle ot gibi yaşayan birinin yanında olmaktan sıkılır. Annen baban dışında kimse sana sürekli ne yapman gerektiğini söylemekten hoşlanmaz ki.

Bir sessizliğinin ardından Akın başını kaldırdı.

-Aman abi ben seni kırmak istemedim. Ben hiç sıkılmıyorum senin yanında olmaktan. Sıkılsam anlardın zaten. O zamanlara göre değişmişsin sen. Belki sokakta yaşamak belki de başka bir şey, başka biri (dudağının kenarıyla sırıttı) iyi gelmiş sana.

-Benim değiştiğim yok Akın, sen öyle hayat dolusun ki ben de seninleyken sana ayak uyduruyorum işte. Seni eğlendiren ben değilim, kendinsin aslında.

Uzaktan bir kadının şarkı söylerken sesi duyuldu. Kafamızı kaldırıp baktığımızda bunun bize doğru dans ederek gelen Firuzan olduğunu gördük. Elinde pastane poşeti vardı.

-Uyan uyan uyan uyan, benim ay kızım sultanım. Nara nara nannara nannara...

Akın'ı onunla beraber dans etmesi için yerinden kaldırdı, etrafında döndürdü. Öyle neşeliydi ki sarhoş gibiydi.

-Firuzan, hayırdır?

-Hayır ya evsizlerin en centilmeni hayır!

Akın'ı bırakıp bir anda bana sarıldı. Öyle şaşırdım ki karşılık vermek için kollarımı kaldıramadım bile. Kaskatı kesildim. İçime bir sıcaklık yayıldı.

-Bu Ayfer Abla'yı Allah gönderdi bana. Yemin ediyorum Allah gönderdi! Bugün yanınızdan ayrıldıktan sonra konuşmaya gittim işte. Haydi bakalım görelim marifetlerini dedi, önlüğü geçirdi üstüme. Öyle iyi kadın ki! Bakın bunlar da bugünden artanlar.

Elindeki poşetin içinden ikişer poğaça börek çıkarıp elimize tutuşturdu.

-Ah! Bir de bu tahinli çörek var. Bu kapış kapış gidiyor görmeniz lazım. Artmadı normalde ama ben pişirdikten sonra tadına bakıp daha önce hiç bunun gibi bir şey yemediğimi söyleyince Ayfer Abla bana ayırdı bir tane. O yüzden size bundan birer parça veriyorum. Gerisini de şimdi anneme götürüyorum. 

Firuzan'ın uzattığı parçaları ağzımıza attık. Çok tatlı, lezzetli bir şeydi.

-Firuzan Abla sahiden bu neymiş böyle. Bak gördün mü, sözüme geldin pasta börek işi buldun kendine.

Firuzan şakayla Akın'ın ensesine vurdu.

-Sus bakayım zibidi. Senin gibi fukara nereden bilsin tahinli çöreği. Gidiyorum ben haydi size afiyet olsun.

Gitmeden önce kırmadığından emin olmak için arkasından Akın'a sarıldı. Biz de elimizde poğaçalarımızla konuşmaya devam ettik.

-Harbiden şimdi bunlar da ne iyi geldi değil mi Akın?

-Firuzan Abla'nın elinden zehir olsa yemez misin zaten abi?

-Ne ima ediyorsun sen?

-İma falan yok abim, hepimiz yeriz yani. Firuzan Abla bu sonuçta.

Bunu söylerken suratında oluşan yamuk sırıtıştan hoşlanmamıştım.

-Ee abi, en son yenge seni terk etti diyorduk?(poğaçanın yarısının ağzında olmasından kaynaklanan boğuk sesiyle)

-Yengen beni terk etti. Nereye gitti, kiminle gitti bilmiyorum. Öğrenmeye de çalışmadım. Aslında itiraf etmeliyim ki, terk edilmek işime geldi. Artık karnının tok, sırtının pek olduğundan emin olmam gereken tek kişi bendim. Ve açıkçası mevzu ben olduğumda bunlar pek umurumda değildi. İşe gitmek istemiyordum, ben de işe gitmedim. Kirayı ödeyemiyordum, ben de ödemedim. İşi bıraktım, evi bıraktım, Candan'ı düşünmeyi bıraktım. Kendimi bıraktım. Mutlu oldum diyemem ama beni mutsuz eden her şeyi bıraktım.

Böyle böyle Akın'la konuşarak saati sabah ettik. Daha önce kimseyle gece boyu sohbet etmemiştim. Artık gözlerimizi açık tutmakta zorlandığımızda kalktık. Akın beni evlerine davet etti. Kabul etmedim. Kaan'ın benden pek hoşlanmadığı açıktı, Akın da bunu bildiği için ısrarcı olmadı. Yine de evine kadar onunla beraber yürüdüm.

Evin önüne vardığımızda kapının önünde kızarmış gözleriyle oturan Firuzan'ı gördük. Akın yanına koştu.

-Firuzan Abla, ne yapıyorsun burada? Darülacezeye gidecektin. Gitmedin mi? Ne oldu?

Firuzan gözlerini yerden kaldırmadan konuştu.

-Gittim. Annem de uyumamıştı şansıma. Dün geceki neşeli halimle tahinli çöreği götürdüm ona. Yemedi. Yabancıların verdiği yemekleri kabul etmiyorum dedi. Yabancı değilim ben, senin kızınım dedim. Sen benim kızım değilsin, benim kızım daha küçük, okula gidiyor dedi. Hem benim kızım senden çok daha güzel, sen üstünün başının haline baksana dedi. Önce direttim. Sonra tamam dedim beni kızın olarak kabul etme ama ne olur çöreğin bir tadına bak. Bakmadı. Çok istemiştim tahinli çöreğin tadını bilmesini. Yemedi. 

-Ne zamandır burada oturuyorsun böyle?

-Gece bunu kendime dert edince uyuyamadım. Gelip Kaan'la konuşmak istedim. Kapıyı açan olmadı, evde değil herhalde. Ben de oturup bekledim. 

-Bütün gece taşın üstünde mi oturdun Firuzan Abla! Benim yanıma gelseydin beni çağırsaydın, anahtarı isteseydin.

Firuzan durgundu, cevap vermedi. Akın kolundan tutup kaldırdı, içeri soktu. Ben de onları orada bırakıp yoluma gittim. Yürürken Firuzan'ın anlattıklarını düşündüm. 

Kaan'la konuşabilmek için bütün gece nasıl oturup beklediğini düşündüm.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1.BÖLÜM: TANIŞMA

10.BÖLÜM: BENİ AYAKTA TUTAN GÖZLERİN

9.BÖLÜM: MADALYONUN ÖTEKİ YÜZÜ