5. BÖLÜM: FİRUZAN'IN HİKAYESİ
-Firuzan, pişt. Firuzan uyan!
Firuzan uykulu sesiyle huysuzca inledi.
-Uyan hadi, çorba saati bitecek.
-Hay çorbasının da saatinin de.
Gözlerini ovuşturarak doğruldu.
-Sen de ne öküz adamsın Tevfik. Kaç gün oldu böyle seninle karşılıklı yatalı, insan bir kere de yatağa kahvaltı hazırlayıp getirmez mi?
-Daha uykundan uyanamadın, aklın yine de benimle maytap geçmeye çalışıyor.
-Hayır yani fena mı olur? O kadar kitap okuyorsun ama hiç romantizmden kendine pay edinememişsin, yazık.
-Biliyorsun bana vermezler ikinci çorbayı Firuzan.
Firuzan güldü.
-Ha verseler getireceksin yani. Hiç de demiyorsun ki ortada kahvaltı getirecek yatak mı var sanki. Hadi yürü bakalım.
Firuzan'la köprü altından sahile doğru yürüdük. Çorba kuyruğuna girip çorbamızı ve bir dilim ekmeğimizi aldık. Yemek için denizin önündeki kayalıklara oturduk. Ben hızlıca bitirdim. Firuzan'ın da bitirmesini bekliyordum. O denizdeki dalgaları seyrediyordu. Ben de bir gözle dalgaları seyrediyor, bir gözle Firuzan'ı süzüyordum. Firuzan gözlerini dalgalardan ayırmadan sordu:
-Çatlıyorsun merakından değil mi?
-Efendim?
-Dün olanları anlatayım diye çatlıyorsun. Anlatacağım dediysem anlatacağım merak etme. Unutmadım yani.
-Hiçbir şey için çatladığım yok Firuzan. Oturuyorum işte efendi gibi.
-Oturuyorsun oturuyorsun da, gözlerinle yedin beni. Anlamıyor muyum zannediyorsun?(gülerek yüzünü bana çevirdi) Evsiz filozof, sen de amma meraklı çıktın. İşimiz var seninle.
-Anlat diye seni zorlamıyorum ki. Anlatacağım dediğine pişman olduysan anlatma. Başına iş açmamış olursun.
-Gurur yapma be Tevfik. Uğraşıyorum seninle. Ben pişman olmam hiçbir şeyden. İnsanın geri alamayacağı hareketlerinden pişmanlık duyması aptallıktır. Çünkü zaman hep ileriye doğru hareket ediyor. Sen geride kalırsan sıkışırsın. Hareket edemezsin.
Cevap vermedim. Küskün şekilde dalgaları izliyordum.
-O gördüğün peşimden koşan adam annemin mirası bana. Kendisi gençliğinde çok uğraştı öyle adamlarla. Doymadı köpekler. Demediler ki bu kadın yaşlandı bırakalım artık. Ölse mezarının başında biterler.
-Ne istiyorlarmış annenden?
-Annem bir türkü evinde çıkardı eskiden. Ama bir duysan, sesi çok güzeldir. Bülbül gibi. Oranın sahipleri de bu bülbülü ellerinden kaçırmak istemediler ki bir sözleşme imzalatmışlar anneme, kırk yıl daha orada çalışsın diye.
-Kırk yıl mı? Kimsenin aklına gelmemiş mi bu kadın yaşlandığında buraya eskisi gibi müşteri çekemez diye? Hem annen ne diye imzalamış bunu?
-Aptallık işte. Benim annem aslında çok zeki kadındır. Tek başına büyüttü beni. Sabahları beni okula götürür getirir, ev işlerine koşar; akşamları da çalışmaya giderdi. Tabii ben de giderdim peşinden. Kuliste otururdum. Orada çalışan diğer kadınlar çok severdi beni, oyunlar oynardık. Annemin sesini dinlemeyi de çok severdim. Sahnenin önünden dinlememe izin vermezlerdi ama. Orası çocuklara göre değilmiş, öyle derlerdi. Şıkır şıkır giyinirdi annem. Gördüğüm her kadından daha güzeldi. Suratına yaptıkları makyajları çok sevmezdim. Kocaman kirpikler gözlerinin güzelliğini kapatırdı. Bazen kuliste bana da makyaj yapardık, eğlence olsun diye. Renkli bir tülü boynumun etrafına dolar türlü maymunluklar yaparak şarkı söylerdim. Oradaki kadınlar çok gülerlerdi bu hallerime.
-Senin de sesin güzel midir Firuzan?
Firuzan'ın annesini anlatırken gözlerinde beliren ışık kayboldu. Sesi ciddileşti.
-Şarkı söylemeyi sevmem ben Tevfik. Dinlemeyi de sevmiyorum artık. Hatırımdaki şarkılar yalnızca annemin sesinden söylenmiş olanlar olsun istiyorum. Hiçbir şarkı onlardan daha güzel değil zaten. Olamazlar yani. (derin bir nefes aldı) İşte ben çok küçüktüm o zamanlar. Annemin tek başına ne işlerin altından kalkabildiğini anlamazdım. Annem hiç zorlanır gibi gözükmezdi çünkü. Hiç ağladığını görmedim mesela. Hiç of dediğini duymadım. Yarınlar için hiç endişelenmedim. Sonra büyüdükçe anladım annemin yaptığının ne matah bir iş olduğunu. İnsan zorlanmaz olur mu hiç? Zorlanmıştır elbette. Geceleri hıçkırıklarını susturarak ağlamıştır belki.
-Ne oldu da işler bu hale geldi peki?
-Ne oldu söyleyeyim Tevfik. Annem aşık oldu. Yani daha doğrusu ben doğmadan çok daha önce olmuştu zaten. Başımıza ne geldiyse bundan geldi işte. İt oğlu it, türkü evinin sahiplerinden biri. Öyle el üstünde tutuyormuş ki annemi. Hiç kimse ağzını açamazmış orada anneme. Böyle yerlerde çalışanlara öyle pek iyi davranmazlar normalde. Annem ise prensesler gibiymiş. Evinden arabayla almalar, sahne saatlerini o nasıl istiyorsa ona göre ayarlamalar, rahatsız eden müşterilerin ağzını burnunu kırmalar. Ne kadar basit değil mi? Yeşilçam'da ne gördüyse onu taklit ediyormuş herhalde. Hangi kadın kanmaz ki bu numaralara? Ben benim annem kanmazdı derdim mesela. Kanıyormuş. Ya o zamanlar aşk sarhoşuymuş ya da benim bildiğim karakterini bu yediği kazıklardan sonra inşa etmiş bilmiyorum. Sözleşmeyi de o zamanın yüksek duyguları içindeyken imzalamış işte. İnsan aşık olduğu zaman her şeyin üstesinden gelebileceğini, herkesi kolayca karşısına alabileceğini zannediyor. Hayat böyle bir şey değil. Aşık olmak da insanı aptal etmekten başka hiçbir işe yaramaz Tevfik. Sen hiç aşık oldun mu?
-Evliydim ben bir zamanlar.
Firuzan sorduğu sorunun cevabı bu değilmiş gibi bir yüz ifadesiyle kaşlarını çattı.
-Aşık mıydın peki?
-Bilmem, insan evlendikten sonra aşk üzerine düşünmeye devam eder mi?
-Emin değilim. Bizimkiler de evlenmişler. İlk zamanlar her şey iyiymiş galiba. Sonra ben doğmuşum. Sonra bu babam olacak adam anlamış ki çocuk sahibi olmak öyle her yiğidin harcı değilmiş. Daha dün aşkından her şeyle baş edebileceğini zannederken bir tane bebeyle bile baş edememiş işte. Gün geçtikçe eve daha az uğrar olmuş. Hep bir bahanesi varmış. Annem o kadar aşıkmış ki, onun için sevdiği adam evdeki hiçbir işin ucundan tutmasa hatta çocuğunu sevmese bile olurmuş. Yeter ki onu eskisi gibi sevsin. Annemin evi çekip çevirebilecek gücü, bana yetecek de artacak kadar sevgisi varmış ne de olsa. O yeni anne haliyle bir de kocasına güzel gözükmek için çabalıyormuş zavallı kadın. Yeteri kadar güzel gözükürse sevgiyi hak eder zannediyormuş. Sonra bir gün beni bırakacak birini bulmuş. Giyinmiş süslenmiş türkü evine, babama sürpriz yapmaya gitmiş. Başka bir kadının masasında yakalamış babamı. İşte o zaman gözleri açılmış. Bu zamana kadar alttan aldığı her şey başına vurmuş aniden. Sinirden deliye dönmüş. Masaları yıkmış, babamın yakasına yapışmış, sahnedeki kadın ona durmadığı takdirde polis çağıracaklarını söyleyince sahneye sandalye fırlatmış.
Firuzan bu sinir krizi sahnesini anlatırken yüzünde oluşan gurur dolu ifadeyi gülümseyerek izledim.
-Tüm bunları annen mi anlattı sana?
-Yok hayır. Annemle hiç bunlar hakkında konuşmayız. İkimizin de bildiği ama üzerine konuşmadığı bir sır gibidir. Annemin türkü evinden çok yakın bir arkadaşı vardı, Aynur Abla. Ben büyürken de çok yanımızda olmuştur. Mekanı cennet olsun, birkaç yıl önce kaybettik. Büyüyüp yavaş yavaş kafam bir şeylere basmaya başladığında ona sormuştum tüm bunları. O da bana olan biten ne varsa her şeyi anlattı. Annemle pek duygularımız hakkında konuşmayız, ona sormaya çekinmiştim o yüzden. Aynur Abla'yla sohbet etmek her zaman daha kolaydı, arkadaş gibi dedikodu bile yapardık bazen.
Aynur Abla'yı anmak için bir süre sessizce oturduk.
-E peki şimdi bu adamlar senden ne istiyor?
-Dur sırayla gidelim, aklımızı karıştırmayalım. Annem mekanın ağzına sıçtıktan sonra babam ne eve ne de türkü evine bir daha hiç uğramamış. İstese annemi işinden edebilirdi ama kendisi gitmeyi tercih etmiş, sağ olsun bu kadar vicdanı varmış hala. Yıllar sonra bir gün eve haciz geldi. Tabii ev babamın üstüne, artık nasıl borçlara girdiyse geldi yine bize bela oldu. Ben de sinirlendim. Lisedeydim o zamanlar, okuldan sonra çalışmaya başladım. Annemle maaşlarımızı birleştirip başka bir eve kiraya geçtik. Babamdan kalan herhangi bir şeyle bir bağımız olsun istemiyorduk artık. Lise bittikten sonra da çalışarak eve ekmek götürmeye devam ettim. Ama çalıştığım işlerden istifa edip duruyordum sürekli. Çünkü patronlar yavşak. Hiçbiri hiçbir zaman saygı duymadı bana. Çünkü onlar ya erkeklere saygı duyarlar ya da arkasında onlara kol kanat olacak erkeklerin var olduğu kadınlara. Bana saygı duymazlar. Ben yeri geldi herkesten daha çok iş yaparak daha az maaş da aldım. Fakat istifa nedenlerim hiç bunlardan biri olmadı. Hep patronların üzerime akan salyalarından oldu. Çünkü ben zavallı fakir bir kadınım ya, hem ne babam var ne kocam. Bir arabaya bir pahalı saate mest olurum zannetti hepsi. Ne kadar aptallar. Ne kadar aynı çalışıyor hepsinin aklı. O işten ayrıl bu işe gir derken bir ömür geçti, anneme demans teşhisi koydular. Normalde altmış beş yaşından önce pek görülmezmiş. Tabii doktorlar bilmezler ki annem elli yaşına kadar seksen yıllık dert çekmiştir. Daha hastalığın başlangıç seviyesi de olsa yalnız kalmaması lazım dediler. Ara ara nerede olduğunu şaşırabiliyor, cümle kurmakta zorlanabiliyordu. Akşamları işe giderken aklım hep ondaydı. Çalışmadığım zamanlar onunla beraber gider, çocukluğumdaki aynı hayran bakışlarımla onu izlerdim. Onunla beraber gidemediğim günlerden birinde eve geldi. Kollarında çizikler gördüm. Sahnede şarkının sözlerini hatırlayamayınca sarhoş seyircilerden biri bardak fırlatmış sahneye. Deliye döndüm. Bir daha sahneye çıkmasına izin vermedim. Roller değişmişti. Sanki artık ben anneydim de o çocuktu. Türkü evinin sahipleri kapıya dadandılar bir gün. Sözleşmeyi de yanlarında getirmişler. Sözleşmeyi ellerinden aldım rulo haline getirdim, siz bununla ne yapacağınızı iyi bilirsiniz dedim.
Firuzan sinirli sinirli anlatırken bu kısımda istemsizce güldüm. Firuzan durdu, bana bakıp bir kahkaha kopardı.
-Hangi cesaretle yaptım bunu inan bilmiyorum Tevfik. Ertesi gün korkumdan bir sığınma evine danıştım. Çünkü biliyordum ki bu adamlara izimizi başka türlü kaybettiremezdik. Sığınma evi için bizim kabul edemeyeceklerini, zaten hali hazırda bir evde ikamet ettiğimizi söylediler. Siz misiniz bunu bana söyleyen, ertesi gün gittim evi boşalttım. Gece gerekirse sığınma evinin kapısında yatacaktık. Aldılar bizi içeri. Annem güvendeydi, burada kimse onu rahatsız edemezdi. Yalnız da kalmazdı. Bunlar iyiydi hoştu da, ben boğulmaya başladım orada. İçten içe oradaki kadınlardan ayrı, görevlilerden ayrı nefret ediyordum. Oraya gitmemek için ara sıra geceleri sokaklarda geçirmeye başladım. Baktım bir şey demiyorlar, deseler de hepsi sözde. Sokakta kalmak da çok konforlu değildi tabii ama bazen yine de o sığınma evinden daha iyi geliyordu. İşte böyle başladı benim evsiz hayatı yaşama maceram. O gördüğün adamlara da ilk yakalanışım değildi bu. Sözleşmemiz var, getireceksin anneni diyorlar. Ulan manyak mısınız hasta bu kadın diyorum. O zaman sözleşmeden geri kalan zamanın parasını ödeyeceksin diyorlar. Bende onlara zırnık verecek göz var mı be!
Yorumlar
Yorum Gönder