2.BÖLÜM: HATIRALAR VE OLASILIKLAR

 -Hoop! Tevfik'im gel bi çayımı iç.

Mahallenin kahvecisi Tufan Abi yıllardır tanır beni. Ne zaman görse çay ısmarlayıp iki lafın belini kırmadan bırakmaz sağ olsun, biraz fazla konuşur onu da artık hoş görürüz. İşte yine sokağın köşesinden döndüğümü görür görmez bana sesleniyor.

-İçerim tabii içmez miyim Tufan Abi'm. Yalnız fazla oyalama beni patrondan paparayı yeriz valla.

-Hadi oradan hergele, patronmuş. Kaç kere gel yanıma alayım seni dedim de oralı olmadın. Makarayı geç de gel otur bakayım, ne zamandır yoksun ortalıklarda nerelerdesin?

-Senin kahvehane cennettir de ben cennette rahat edemem artık abi biliyorsun. Bu başım soğuk kaldırım taşı görmedi mi rahat vermez bana. Nerede olayım burada sokaklarda takılıyorum işte, yok bir yere gittiğim.

-Senden ala iflah olmaz çocuk görmedim Tevfik. Buralardasın madem gelsene arada Tufan Abi'nle iki lakırtı etmeye. Merak ettiriyorsun vallahi oğlum kendini. Yok mu yeni olaylar, bir şeyler?

Önüme ince belli bardakta sıcak çayı koydu. Bir şeyler söylemek istiyor da cesaret edemiyor gibi bir haller vardı üstünde. Önce benim lafa girmemi bekliyor, benim sessiz sessiz çayımı içmeme karşı sinirleniyor gibiydi.

-Valla ne gelişmesi olsun abi, siyah kediyle aramız bu aralar iyiye gidiyor gibi.

-Oğlum bırak şimdi siyah kediyi falan. Yok mu başka şeyler?

-Nasıl şeyler?

Tufan Abi burnundan soludu. Sabırsızlıktan masanın altından bacağını sallıyordu. Bir yandan bana karşı güler yüzünü de bozmak istemiyordu.

-Tevfik, birkaç gün üst üste yanında bir kadınla görmüşler seni. Başta duydum da inanmadım, sonra bu dedikodular devam edince işkillenmeye başladım. Dedim bu gördükleri bizimkinin eski hanım olmasın sakın. Seni de görmüyorum kaç gündür. Barıştılar da beraber mahalleyi terk mi ettiler acaba diye düşündüm.

-Abi ağzından çıkanı kulağın duysun. Nasıl senaryo bunlar böyle? Beni sen kaç yıldır tanımıyor musun? Candan Hanım yıllar sonra çıkıp benim gibi evsiz adama tekrar varır mı? O gelse ben ona bu yaşımdan sonra tekrar he der miyim? Dedik diyelim sana ''Allah'a ısmarladık'' demeden çıkıp gider miyim? Sen duyduğun iki dedikoduya inandın da aklında bunları mı kurdun gözünü seveyim? Kadınların ne işi olsun sokakta yatan adamla. Sen öyle her duyduğuna inanma. Yoldan birine bir şey sormuşuzdur, mahalleden beni tanıyan ''Aman Tevfik Abi kadınlarla geziyor." demiştir. Ne kulak asıyorsun millete?

Tufan Abi kızarıp bozardı. Özürler diledi. Aç karnımı doyurmak için ısrarlar etti. Karnım tok diye diretince en sonunda elime sucuklu kaşarlı tostu tutuşturdu da beni öyle yolladı. Bu da bugün mideme giren ilk besin oldu.

Aslında Tufan Abi beni çok iyi tanır. Fazla meraklı olmasına bakmayın çok iyi adamdır. Karda kışta kaç kere bana kahvesinin kapılarını açtı da ben onun sayesinde bu zamana kadar sokaklarda soğuktan ölmedim. Bir elimden tutup beni bu evsiz adam kılığından çıkarmayı da çok istedi ama baktı bende hiç öyle bir niyet yok, en sonunda yoruldu da pes etti. Firuzan'la tanıştığımı anlatırdım normalde, benimle ilgili bilmediği şey yoktur zaten. Söylemememin sebebi Firuzan'ı düşünüyor olmamdı. Onu korumak istedim. Hoş, Firuzan olsa "Sana mı kaldı beni korumak?" diye beni terslerdi ya neyse. Sokakta yatan genç, evsiz bir kadının varlığından ne kadar az kişi haberdar olursa o kadar iyidir diye düşündüm. Tufan Abi'nin Firuzan'a bir yanlışı olmaz, beni yanlış anlamayın sakın. Hatta aslında Firuzan'ı tanısa iyi olurdu. Ona da bana yardım ettiği gibi yardım ederdi eminim. Fakat işte çenesinin yayı yok ki bu adamcağızın, Firuzan'ı bugün tanıtsam ona yarın bütün mahallenin tek derdi Firuzan oluverir.

*

Öğleye doğru halk kütüphanesine gittim. Kütüphanede okuduğum kitapları hiç bir zaman ödünç alıp yanımda taşımam. Kaldığım sayfayı aklımda tutar, bir sonraki gelişimde aynı yerden devam ederim. Dürüst olmak gerekirse asıl kimliğimi kitaplardan sakınıyorum. Benimle gelip geceleri beni kaldırımda yatarken görsünler istemiyorum. Kütüphaneye girerken tüm gerçekliği kapının önünde bırakıp geliyorum. Her farklı hikayede ben de farklı biri oluyorum. Hikayedeki karakterlerden biriymişim gibi, gerek soylu gerek soytarı.

Fakat bu sefer farklı bir his var içimde. Kendim için değil de bir başkası için kitap almak istiyorum. Hediye olarak yani. Gerçi ödünç kitap nasıl hediye verilir onu da bilmiyorum. Ne diyeceğim "Firuzan sana hediye aldım ama bir hafta içinde bana geri vermen lazım." mı? Yok, olmaz öyle şey. Firuzan'ı bir daha görebileceğim de kesin değil ama görecekmişim gibi hissediyorum. Hayır hayır hissetmiyorum, biliyorum. Firuzan bugüne kadar tanıdığım kimseye benzemiyor-ki inanın çok fazla insan tanıdım- bu eşsiz kadınla kesinlikle tekrar yollarımız kesişecek. Onu tavlamak için falan düşünmedim bu hediye alma işini, eğer aklınızdan böyle şeyler geçtiyse kendinizden utanmalısınız. Bir iş veya ev bulmak bile umurumda değilken kadın peşinde koşacak cinsten bir adam olduğumu mu sandınız? Başından beri size anlatmaya çalıştığım şey, bu hayatta en küçücük şey için dahi emek sarf etmeye gücümün kalmadığıdır. Yorgun bir adamım ben. Bana acıyın ya da sempati besleyin diye söylemiyorum bunları. Madem ki hayatıma bu kadar hakim olmaya başladınız, beni iyi tanımanız gerekiyor.

Gariptir ki tüm bu umursamazlığıma zıt olarak Firuzan için bir şeyler yapmak istiyorum. Hayatını merak ediyorum, onu daha iyi tanımak istiyorum. O beni daha iyi tanısın istiyorum. Öyle ki Firuzan'a kendimi anlatmak hiç zor olmayacakmış, beni yanlış anlamasın diye uzun uzun cümleler kurmam gerekmeyecekmiş gibi hissediyorum-alınmayın lütfen-. Bir şeyler buldum o kadında. Bırakmak istemediğim tarzda şeyler. Orhan Veli'nin şiirlerini okusun istiyorum çünkü aynı satırları okurken benimle aynı hisleri paylaşacağını biliyorum. Bu hislerimize dair uzun sohbetler etmek istiyorum. Arkadaş olalım istiyorum. Firuzan, çevremde "arkadaş" dediğim herkesten daha farklı olacaktır. Bana "elin ayağın tutuyor iş bulup çalışsana" demeyecektir mesela. "Sokakta yatarak hem canını tehlikeye atıyorsun hem de kendini rezil ediyorsun" da demeyecektir. Çünkü ne canımın ne de diğer insanlara rezil olup olmamanın bir değeri olmadığını anlayacaktır.

*

Kütüphane çıkışında köprü altına dönmek için Tufan Abi'nin kahvesinin önünden geçiyordum ki Tufan Abi beni durdurdu. Gece dükkanda yatabileceğimi söyledi. Belli ki kendini affettirmeye çalışıyordu. İki itiraz sonrası ikna oldum. İkna olmaya da dünden meraklıydım aslında, düz kaldırımda yatmaktan sırtım deli gibi ağrıyor bu sıralar. Dükkanı kapatma saati gelene kadar kahvehanede oturdum. Okey oynanan bir masadan bir kişi erken kalkınca onlara dördüncü bile oldum. Sayısız kural dışı hata yaptım, karşımda oturan adam benden pek hoşlanmadı. Aslında diğer arkadaşları erken kalkamasaymış oyunu imkanı yok diğer ikisine bırakmazmış, kalkmadan önce böyle dedi. Kaybeden hesabı ödüyormuş, ben misafir katılımcı olduğum için benden öyle bir beklentileri olmadı tabii. İnanır mısınız zaten cebimde tek kuruş da yoktu. Saat geç oldu, adamlar kalkıp evlerine gittiler. Kafamda eve gittiklerinde ne yaptıklarını hayal ettim. Muhtemelen hepsini evde bekleyen karıları vardı. Hepsi de birbirine benziyordu. Televizyonun karşısında ellerindeki ince belli çay bardaklarındaki çaylarını karıştırarak oturuyorlardı. Akşam için hazırladıkları yemeğin kokusu tenlerine sinmişti. Enselerine doğru uzanan kısa saçları vardı. Yıllardır evde oturmaktan epey kilo almışlardı. Bunu pek umursadıkları da yoktu "Aman bu yaştan sonra ne önemi var, güzellik mi kaldı artık" diyorlardı. Eğer yıllar süren evliliklerinde sonunda iki yabancı olmamayı başardılarsa kocalarını gördüklerinde "Hoş geldin, çay var istiyorsan" diyeceklerdir, ha yok başaramadılarsa göz ucuyla bakıp "Sen mi geldin?" deyip dizilerine geri döneceklerdir. Adam da karşılık vermeden uyumaya gidecektir. Günün nasıl geçtiler yok, nasılsınlar yok, iyi geceler yok. Önemi de yok, ne de olsa kimse diğerinden bunları duyma arzusu taşımıyor. Aynı evin içinde birbirlerini pek ellemeden (her iki anlamda) yaşayıp gitsinler yeter.

Candan'la evliliğimizi sürdürebilmiş olsaydık bizim de sonumuz böyle olur muydu acaba. Bu sondan kaçmanın yolu nedir ki? Candan bu sorunun cevabını benden kaçmakta buldu. Yemek kokulu kilolu kadınlardan biri olma düşüncesine tahammül edemedi belki de. Onu suçlayabilir miyiz bunun için? Benden kaçmasa başka nasıl kurtaracaktı kendini bu sondan? Bir çaresini bulamaz mıydık? Candan gitmeseydi bugün ne halde olurduk diye çok fazla düşünüyorum. Beraber mutsuz olsaydık da ben pek problem etmezdim aslında ama onun benim yüzümden mutsuz olmasına katlanamadım işte. O korktuğu kişiye dönüşmemek için beni bıraktı. Ben onun olmamdan korktuğu kişiye dönüşmemek için yaşamayı bıraktım.

Kahvede kimse kalmayınca Tufan Abi eve çıkıp bana yastık ve battaniye getirdi. Dükkanın anahtarını bana verip eğer karnım açsa kendime tost yapabileceğimi söylemeyi de ihmal etmedi. Sandalyeleri dip dibe dizip yattım. Yatarken tuğladan tavanlara bakmayı sevmiyorum artık. Uyuyamadım. Dükkanın dışındaki ters çevirdiğimiz sandalyelerin birini düzeltip oturdum. Issız sokağa karşı bir şarkı tutturdum.

-Hey gidi koca dünya

Gam yükü müsün?

Söyle söyle fani dünya

Dert küpü müsün?

Karşıki yoldan hızlıca geçip gözden kaybolan kadını uzaktan Firuzan'a benzetir oldum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1.BÖLÜM: TANIŞMA

10.BÖLÜM: BENİ AYAKTA TUTAN GÖZLERİN

9.BÖLÜM: MADALYONUN ÖTEKİ YÜZÜ